YENİ BİR DÜNYA İÇİN!
19 Kasım 2024, Salı 12:32İstiklâl savaşımızın kahraman komutanlarından ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 16 Nisan 1964’te Time dergisine verdiği demeçte, “Müttefikler tutumlarını değiştirmezlerse, Batı ittifakı yıkılabilir… Yeni şartlarda yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini bulur” diyordu!
İnönü bu sözleri, ABD’ye mesaj vermek amacıyla sarf etmişti.
Uzun süredir Kıbrıs’ta Türklere karşı terör faaliyetlerine başlayan Rumlar Makarios’un önderliğinde adayı bir Yunan adası yapmak üzere Batı devletlerini de ikna turlarına başlamışlardı.
Adada her gün yaşanan terör ve suikastlere karşı Batı’nın sessiz kalması sonucu, İsmet İnönü bu demeci vermişti.
5 Haziran 1964’te Türkiye’ye ulaştırılan ABD Başkan’ı Johnson’ın cevabî mektubunda ise, Türkiye’nin Kıbrıs’a tek taraflı müdahalesine karşı çıkarken, Kıbrıs’a yapılacak bir müdahalenin Türk-Yunan savaşının başlaması demek olacağını ve NATO müttefiklerinin aralarında savaşmalarına ABD’nin izin vermeyeceğini söylemekle yetinmiyor, Türkiye’nin girişeceği hareket neticesinde ortaya çıkacak bir Sovyet müdahalesine karşı NATO müttefiklerinin Türkiye’yi savunma zorunlulukları bulunmadığını ve Türkiye’nin 1947 antlaşması uyarınca ABD’den aldığı askeri yardımı Kıbrıs’a yapacağı müdahalede kullanmasına ABD’nin onay vermeyeceğini de bildiriyordu!
O günden bu yana yaşadığımız dış politika krizini, Johnson’ın mektubuna Türkiye’nin “egemen ve bağımsız bir ülkenin normlarında” karşılık veremeyişinin yarattığı kaotik depremin süregiden artçı sarsıntıları olarak da değerlendirebiliriz.
Halbuki, daha 1961 yılında Yugoslavya’nın liderliğinde toplanan Bağlantısız Ülkeler Devlet ve Hükümet Başkanları Konferansı ile “Bağlantısızlar Hareketi” doğmuş ve “Soğuk Savaş”ın Atlantik İttifakı ve Doğu Bloku arasında yarattığı emperyal gerilimin dışına taşan üçüncü bir blok oluşturulmaya çalışılmaktaydı!
Türkiye’nin de “üçüncü yol”u seçmesi mümkündü.
Ancak, 21 Temmuz 1774’te Rusya ile imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan itibaren “imparatorluk ruhu”nu kaybetmiş olan devlet yönetimi anlayışı, tavizlerle karşıtlarını sakinleştirme yöntemi ile “akut paralize sendromu” yaşadığından, İsmet İnönü’nün de Türkiye’nin geleceğini belirleyecek böyle bir seçeneği tartışmaya dahi almadığını öne sürebiliriz.
Arada haşhaş ekimine izin verilmesi konusunda ihtilaf olsa da, ABD’nin 5 Şubat 1975’te ve yine Kıbrıs’ta yaşayan Türklerin yaşam hakkını korumak ve güvence altına almak amacıyla adaya Türk askerlerinin konuşlanmasını gerekçe göstererek Türkiye’ye karşı ambargo uygulaması ilan etmesi, ilişkileri kırılma noktasına getirmiş, ülkedeki Amerikan askeri üsleri kapatılmış, hatta NATO’tan çıkmak kamuoyunda açıkça tartışılmaya başlanmıştı.
Ancak, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit 1978 yılında, “Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni ve olumlu bir dönem başlamış olacağını umduğunu” belirterek üsleri yeniden faaliyete soktu.
O dönemin en önemli başarısı ise, bugün meyvelerini övünçle aldığımız ASELSAN ve ROKETSAN gibi savunma endüstrisinin temel şirketlerinin kurulmuş olmasıdır.
1980 darbesi sonrasında ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerin “ABD lehine normalleştiği” görülse de, Kıbrıs ve Batı Trakya ile Ermeni meselesinin yanına bir de “Kürt sorunu” eklendiği şartlarda, 1923’te ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti’nin yarattığı “statüko”yu reddeden ve kendi statükosunu dayatan Batı ile ilişkileri egemen devletler ilişkileri düzeyine çıkarmak mümkün olmadı.
Suriye ve Irak’ın bölünmesi, Filistin ve Lübnan’ın işgal edilmesi, Libya’nın parçalanması, İran’ın süresiz tehdit edilmesi, Afganistan’ın kaosa sürüklenmesi yanında, Türk devletlerinde başarıya ulaşamayan karışıklık yaratma girişimlerini de birlikte düşünürsek, ABD’nin liderliğini yaptığı Batılı emperyalistlerin hayal ettikleri dünya ile bizim dünyamız arasında uzlaşmaz farklılıklar olduğunu görmemek için kör olmak gerekir.
Ancak, bugün hâlâ siyaset dünyasında ABD ve Batı ülkeleri ile egemen devlet ilişkisi kurulabileceğine dair sahte hayaller üretilmeye devam ediliyor.
Bu sahte hayallerin bir nedeni, sürekli aleyhimize sonuçlar doğurduğu halde 250 yıldır aşılamayan “denge siyaseti” ise, bir diğer nedeni de ABD’nin dünyanın her yerinde olduğu gibi, Türkiye’de de kurduğu, kendisine bağlı “hizmetliler sınıfı”nın ürettiği dezenformasyondur.
Türkiye’nin yeni bir dünya için yapacağı seçim, Batı emperyalizmine küresel çapta vurulacak en büyük darbe olacaktır. Bunu görmemek için sadece aptal olmak gerekir.
Ancak, Cumhuriyet rejimi altında edindiğimiz 50 yılı aşkın tecrübe de, ABD ve Batı’nın var olan devlet egemenliğimizi kabul etmediğini gösteriyor.
Bu durumda, ya onların dayattığı yeni statükoya razı olacağız, ya da varlığımızı korumak için seçimimizi yeni bir dünyadan yana yapacağız!
Biz, yeni bir dünya için seçimini yapanlarla birlikteyiz.
Ya, siz?
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.