SURİYE BİZİM NEYİMİZ OLUR?
07 Şubat 2025, Cuma 00:11Lanet olsun böyle siyasete!
Muhalefet yapacağım diye, yıllarca yalan ve tahrif edilmiş bilgilerle Suriyeli kardeşlerimize düşmanlık yaptılar ve topluma yaydılar.
Yetmedi!
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmet Şara’nın Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yaptığı ortak basın toplantısında kullandığı bir cümle üzerinden yine ırkçı-faşist nefretlerini kustular!
Şara şöyle demişti: “Suriye ile Türkiye arasındaki işbirliği tarihe dayanmaktadır. Kurtuluş savaşında Türk kanı ve Suriye kanı birbirine girerek bu başarı geldi.”
Esasen, Suriye Cumhurbaşkanı Şara’nın bu cümleden yakın tarihi kastettiği açıktır. Çünkü, “başarı” ile ifade edilen Esad rejiminin yıkılmasıdır.
Ancak, pek çok profesör, aydın, siyasetçi Şara’nın Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu sağlayan İstiklal Savaşı’nı kastettiğinden yola çıkarak, “aslında böyle bir şeyin olmadığını, bu ifadenin yalan olduğunu, Arapların Türkleri sırtından vurduğunu” vs. iddialarıyla karalama kampanyasına giriştiler.
Halbuki, Ahmet Şara’nın cümlesini bu anlamda kabul etsek dahi, tepkiler haksızdı ve gerçek dışıydı.
SURİYE SINIRI ANCAK 1926’DA KESİNLEŞTİ
Koca koca profesörlerin Türkiye ile Suriye sınırının ne zaman kesinleştirildiğine bakarak dahi, sosyal medyada çıkardıkları yaygarada utanmaları gerekir, aslında.
Çünkü, Suriye 1920–1946 yılları arasında Fransız sömürgesinde kalmıştır. Fransızlar San Remo Antlaşması’ndan sonra Suriye’yi parçalamış Şam ve Halep Devletleri’ni kurmuştur. Ayrıca Lazkiye’de Alevi, Cebel-i Dürzi Dağı çevresinde de Dürzi Devleti kurmuştur (1922).
5 Aralık 1924’te Şam ve Halep Devletleri’ni birleştirerek Suriye adı altında yeni bir devlet yani bugünkü Suriye’yi kurmuştur. 1936’da ise, Alevi ve Dürzi Devletleri de Suriye’ye katılmıştır.
Öte yandan, Türkiye ve Suriye sınırının tespit edilmesi kararı 20 Ekim 1921’de Fransızlarla yapılan antlaşmayla alınsa da, öngörülen sınır komisyonu 1925 yılına kadar kurulamamıştır. Ancak 30 Mayıs 1926’da Türkiye ile Fransa arasında yapılan antlaşma ile Fırat-Kuveyk nehir sularının bölüşümü, suçluların iadesi, Kilis ve Payas bölgelerinde Türkiye lehine yeni sınırların tespiti ve ayrıca 1921’de Franklin-Bouillon ile yapılan antlaşmanın 10. maddesi gereği Bağdat Demiryolu’nun Türk ve Suriye topraklarından geçen bölümünün Türkiye tarafından askerî maksatlarla kullanılması hakkı teyit edilmiştir. Böylece Türkiye-Suriye sınırı, Cizre-Nusaybin hattı sınırları da belirlenerek kesinleşmiştir.
İSTİKLAL SAVAŞINDA SURİYE
İstiklal Savaşımızın güney cephesinin en ünlü komutanı Şahin Bey, Suriye’nin Bab ilçesinin Zilif köyündendir. Bayat boyunun Şambayatlı taifesinden olan Elbeyli aşiretinin mensubu olan Şahin Bey, alt kolu Tırıklı aşiretindendir. Suriye’de halen mevcut olan Elbeyli aşireti en büyük Türkmen aşiretlerinden birisidir.
Öte yandan, 1916 yılında İngiltere ve Fransa arasında imzalanan, Rusya ve İtalya tarafından da onaylanan, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması durumunda karşılıklı olarak kabul edilen etki ve kontrol alanlarını tanımlayan gizli bir anlaşma olan Sykes-Picot Anlaşması’nın 1917 Ekim Devrimi sonrasında Sovyet Rusya’nın lideri Lenin tarafından kamuoyuna açıklanması ile Fransa ve İngiltere Arap aşiretlerinin büyük direnişi ile karşılaşmıştı.
Sonrasında düzenlenen San Remo Konferansı’nda Suriye’nin Fransa mandasına verilmesi büyük tepkiye yol açtı. İlk olarak, Şam ile Lübnan arasında yer alan dağlık Meyselun’da, 2000 Suriyeli gönüllü bir isyanı başlatmıştı. Kral Faysal bin Hüseyin’in genel kurmay başkanı da olan, Hama’nın ünlü Türkmen ailelerinden olan Azimzadelerden Osmanlı Yarbayı İttihatçı Yusuf el-Azme bu savaşta şehit düştü.
Ankara Hükumeti ile koordinasyon kuran Suriye direnişi bundan böyle savaşın liderliği yürütmek üzere 1920’de “Suriye-Filistin Müdafai Kuva-yı Osmaniye Heyeti” kurdular. Teşkilatın başkanı Ali Şefik Özdemir Bey, Mısır kölemenlerinden Özdemir ailesine mensuptur. Farklı etnik ve mezhebi kökenlerden subaylar, doktorlar, gazeteciler, tüccarlar, aşiret reisleri ve din adamlarının üye olduğu teşkilat Suriye ve Lübnan’ın geniş kesimlerini birleştirmişti.
Direnişi kırmak için plan yapan Fransa, Suriye’yi Sünni, Alevi ve Dürzi bölgelere parçalayarak bir birleri ile siyasi ve idari bağlantılarını kesmeyi denedi. Ancak, Ankara Hükumeti’nin de desteğini alan Şeyh Salih Ahmed el-Ali, kendisi de Alevi olduğu halde, Alevi devletine razı gelmeyerek El Nuseyriye dağlarında isyan başlattı. Bölgede Sünni Müslüman halkın da desteğini alan direnişi Maraş’ı işgal eden Fransız birliklerinin komutanı Henri Joseph Étienne Gouraud 1920 Kasım ayında bölgede büyük bir katliam yaparak bastırdı.
Ankara’nın desteği ile işgalci emperyalist güçlere karşı Suriye topraklarında başlatılan bir başka isyan da İttihatçı bir Kürt olan İbrahim Hananu tarafından organize edilmiştir. Halep merkezli İdlib ve Antakya bölgelerinden isyancıların da katıldığı bu direniş Ankara Hükumeti tarafından diğerleri gibi desteklendi. Hananu’nun İstiklal Savaşı’nın güney cephesi komutanları ve Mustafa Kemal Atatürk ile işbirliği ve koordinasyon içerisinde yürüttüğü isyan 23 Temmuz 1920’de Fransız kuvvetleri tarafından bastırıldı.
Hananu liderliğinde başlatılan isyanın bir diğer lideri de, Suphi Bey Bereket el-Halidi idi. Bereket, önce Suriye devletinin devlet başkanı görevini üstlenmiş, sonrasında ise Hatay’ın Türkiye’ye katılmasında önemli rol oynamıştı.
ANKARA ANTLAŞMASI
20 Ekim 1921 tarihinde Fransa ile imzalanan anlaşma ile Ankara Hükumeti güney cephesindeki faaliyetlerini durdurmuştu. Ankara’dan gelen desteğin kesilmesi Suriye sahasındaki direnişlerin de bir biri ardına bastırılması sonucunu getirdi. Ankara Anlaşması sonrasında Suriye’deki direnişçiler arasında Türkiye’ye mesafe koyan tutumlar yaygınlaştı.
Ankara Anlaşması Kuvay-ı Milliye ordusunun “İskenderun körfezinde Payas'tan başlayarak Meydan-ı Ekbez-Kilis-Çobanbeyli istasyonuna gidecek ve demiryolu Türkiye'de kalmak üzere Çobanbeyli'den Nusaybin'e varacak” hattın kuzeyine çekilmesini (Madde 8) ön görüyordu.
Aynı anlaşmanın 13. maddesinde “Madde 8 de belirtilen hududun her iki tarafında oturan yerli ve yarı göçebe halk buradaki otlaklardan faydalanacak veya emlak, araziye sahip bulunanlar eskisi gibi haklarını kullanmaya devam edeceklerdir. Bunlar işletme ihtiyaçları için serbestçe ve hiç bir gümrük veya otlak resmi ve ne de başka bir resim vermeksizin hayvanlarını, araçlarını, tohumlarını ve bitkilerini taşıyabileceklerdir. Bunlara ait vergileri oturdukları memlekette ödemeleri kararlaştırılmıştır” ifadesi ile aslında çizilen hattın sınır olmadığı vurgulanmak istense de, zaman içerisinde gelişen olaylara bağlı kalarak, bir sınır oluşmuştu.
Sınırın her iki tarafında yaşayanların tarihsel akrabalığı ve sınırın “yapaylığı” pek çok edebiyat eserine, hatta filmlere de konu oldu. Ancak, “Atatürkçü” görünümlü Avrupa’dan ithal ırkçılık Türkiye insanının bir kısmını sınırın öte yakasında kalan akrabalarına düşman hale getirmeyi ne yazık ki, başardı.
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmet Şara’nın cümlesini yanlış anlayarak da olsa, bir kısım sözde aydın, profesör, eski asker, siyasetçi vs zevatın kendi canlarına karşı düşmanlaştırılmış nefretini kusmasına tanık olduk.
Kendi kendisine düşman bu sözde Atatürkçü kesim, Türkçü de değildir, Atatürkçü de!
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.